Bazen en güzel kitaplar, en cici cd’ler, en iyi arkadaşlar, en sadık müşteriler..v.s. gözümüzün önünde dururlar ama göremeyiz. Bir türlü dikkatimizi çekmeyi başaramamışlardır. Hani bazen elimiz de çarpmazsa, hiç farkedemeyeceğimiz unsurlardır onlar. İşte Elizabethtown filmi de, haftalarca rafımda kaldıktan sonra, niyeyse bir dürtü ile izlemeye koyulup, çok beğendiğim bir film oldu.
Büyük bir spor ayakkabı firmasının, tasarım bölümünde çalışan, tasarımcı gencin, son tasarımı medyaya büyük bir kampanya ile sunulur. Üretim-dağıtım dünyaya yetişmeye çalışmaktadır. Her şey harika gidiyordur. Ancak bir sorun yaşanır ve tüm ürünler geri dönmeye başlar. Firma takriben 1 milyar dolar zarar ile karşı karşıya kalmıştır. Kabak tasarımcımızın başına patlar. Büyük bir dergiye, “Tüm suç benim” röportajını yapar ve istifa ederek evine intihar etmeye gider. Burası filmin birinci bölümü olup, acaba bu durumda şirket ne yapmalı idi, sorusunu sorup durdum.Filmin gerisinde bu sorun için çözüm aranacak sanıyordum ki, yanılmışım. Mesaj, “Hayatta bazı kapılar kapanırken, bazıları da açılır. Yeter ki…” şeklindeydi.
Sayın Melih Arat’ın geliştirdiği, Sıradışı Yaşam Becerileri programını anımsadığım ikinci bölümde, genç tasarımcımıza, hayattaki fırsatları görebilmesi için, hostes kızımız bir yol haritası veriyor. Harita sıradan bir harita değil. Aksine, alabildiğine “eğlenceli”, alabildiğine “farkettirici”, alabildiğine “sıradışı” bir harita. Burada hanım kızımızı fazlasıyla takdir ettiğimi belirtmeliyim.
Filmin sonunda, şirketinin 1 milyar dolar zarar görmesini, “Ben elimden geleni yaptım ama olmadı. Bunun için ölemem ya. Hayat devam ediyor. Yeni tasarımlar için yelken açmak zamanı”, mesajını zihnimize misafir ediyoruz. Ama sadece misafir ediyoruz. Çünkü, ülkemizde, bir şirketin böyle bir zarar görmesinde; bırakın direkt suçlu olmayı, endirekt suçlu olsanız bile, pek hoş şeyler yaşayacağınızı sanmıyorum:)
Comment here